Zaman dediğimiz şey, her birimizin üzerinde farklı izler bırakan bir yol gibi. Kimimiz bu yolu ayakları yere basarak yürürken, kimimiz kanatlanıp uçmayı dener. Bazen aynı yolda farklı yönlere saparız, bazen de yollarımız kesişir. Kimi zaman kitabın sayfalarını tek tek çeviririz, kimi zaman ise bir solukta bitiririz. Ben de bu yazıda, kendi yol hikayemi, yeni neslin hızlı ve dijital dünyasının akışıyla nasıl birleştirmeye çalıştığımı anlatmak istedim. Aramızdaki denizler kadar farkın aslında bizi ayırmadığını, tam tersine nasıl ortak bir dil bulduğumuzu ve birbirimize ayna tuttuğumuzu paylaşacağım. Çünkü görüyorum ki, farklı bakış açılarımızla birbirimizi zenginleştiriyoruz.
Kuşak farkı denildiğinde çoğumuzun aklına önce teknoloji gelir. Evet ama fark sadece teknolojide değil. Büyüme tarzlarımızda, dünyayı algılama biçimlerimizde, kaygılarımızda ve hayallerimizde... Çünkü kuşaklarımız arasında uçurumlar var. Biz sokakta saklambaç oynarken büyüdük, mahalle kültürüyle yoğrulduk. Bugünün çocukları ise ekranların içinde, algoritmaların yönettiği bir dünyada büyüyor. "Saklambaç" dediğinizde onlar için bu, belki de YouTube'da izledikleri bir oyun videosundan ibaret.
Şimdi şöyle düşünün; anne babalarımızın, hatta bizlerin bile, "Bu bilgisayar ne işe yarıyor?" dediğimiz günleri hatırlıyoruz, değil mi? Telefon dediğin evde olurdu, dışarıda cebinde taşımazdın. Ama şimdiki çocuklar, yani Z kuşağı ve Alfa kuşağı, resmen ekranla doğdu. Daha kundakta parmaklarıyla telefonu kaydırmaya çalışıyorlar!
Benim 10 yaşında bir yeğenim var. Daha 3 yaşındayken, ekranı parmağıyla kaydırmayı biliyordu. Okuma yazma bilmeden, sesli komutla Google aramaları yapıyordu. Bizi bile şaşırtan bir analitik zekâsı vardı. Hayatındaki insanları tek kelimeyle, tam isabetle tanımlıyor; 5 yaşında dahi ilişkilerimi sorguluyor, bana "neden böyle davrandın?" diye sorular soruyordu. Şimdi 10 yaşında ve hâlâ beni afallatmaya devam ediyor. Sadece teknolojiye değil, olaylara bakış açısına da hayranım.
KALIN DUVARLAR
O minicik parmaklarla yönettikleri dünya, sadece dijital bir evren değil; aynı zamanda farklı bir bilinç düzeyi. Bilgiye ulaşmak onlar için tıpkı nefes almak gibi. Eğer biz bundan sonrasında da "Ben bu internet işlerinden anlamam" demeye devam edersek, farkında bile olmadan çocuklarımızla aramıza kalın duvarlar öreriz.
Bu kuşakla iletişim kurmak sadece sosyal hayatla sınırlı değil elbette. Aynı fark iş hayatında da, okul ortamında da kendini gösteriyor. Günlük yaşantımızın her alanında o iplikler birbirine dokunuyor; ama biz o dokuyu doğru anlamazsak, kumaşın neresinden yırtıldığını fark edemeyiz.
İş yerinde 'Amca sen silgisayarı sçabildin mi?' sorusuyla karşılaşmamak için. Eskiden işe girmek için sadece diplomana ve tecrübene bakılırdı.
Şimdiyse gençler, "Bu şirketin bir amacı var mı? Ben burada ne kadar özgür olacağım? Fikirlerime değer verilecek mi?" diye soruyorlar. Artık 'iş' sadece çalışmak değil, bir anlam arayışı da içeriyor.
Eskiden bir iş ilanı hazırlarken "Maaş dolgun, sosyal haklar tam" demen yeterliydi. İnsanlar işi, güvenceli bir maaş ve sigorta paketiyle değerlendirirdi.
Şimdi ise tablo değişti. Yeni nesil adaylar sadece ne kadar kazanacağını değil, nasıl bir hayat yaşayacağını da önemsiyor. Artık ilanlarda şu cümleler daha çok dikkat çekiyor:
"Esnek çalışma saatleri sunuyoruz."
"Perşembe günleri ofiste yoga yapıyoruz."
"Her ay bir sosyal sorumluluk projesine gönüllü destek veriyoruz."
Yani maaş ve haklar hala önemli ama yeterli değil. İşin ruhu, ortamı, sunduğu anlam ve değer de en az kazanç kadar belirleyici hale geldi.
Eskiden patron dendiğinde aklımıza hep kapısı kapalı, kimsenin kolay kolay yanına yaklaşamadığı, mesafeli bir figür gelirdi. Ama devir değişti! Artık bir patronun Instagram'dan canlı yayın açıp çalışanlarıyla sohbet edebilmesi, onlara 'mentorluk' yapması, yani bir nevi akıl hocalığı üstlenmesi bekleniyor.
Bir arkadaşım var, şirketteki yeni mezun gençlerle sürekli takılıyor. Ne diyor biliyor musunuz? "Onlar bana yeni uygulamaları öğretiyor, ben de onlara iş hayatının inceliklerini anlatıyorum." İşte olay tam da bu! Karşılıklı bir öğrenme ve paylaşım.
Yoksa, "Amca sen bilgisayarı açabildin mi?" diye espri konusu olmaktan kurtulamayız, benden söylemesi! Güncel kalmak, gençlerle bağ kurmak şart.
YENİ NESİL
Eğitim dünyası da bu değişime ayak uydurmak zorunda kaldı. Artık ezberci sistemin yerine, eleştirel düşünme, problem çözme ve yaratıcılık odaklı yaklaşımlar var. İngiltere'de yapay zekâ ve ruh sağlığı dersleri müfredata girdi örnegin. Hindistan'da öğrenciler sınav sorularının hazırlanmasına katkıda bulunuyor ve bu resmileşti. Portekiz'de okullara getirilen kesin telefon yasağıyla dikkat ve huzur geri kazandırılıyor. Estonya'da dijital altyapı sayesinde her öğrenci kendi hızında, kişiselleştirilmiş bir tarzda eğitim alabiliyor. Bizde de VR'lı mesleki eğitim projeleri yaygınlaşıyor. Tüm bu örnekler, dünya genelinde eğitim anlayışının artık bambaşka bir yöne evrildiğini gösteriyor. Bu gelişmeler gerçekten muhteşem.
Sosyal medya günümüzde artık sadece bir eğlence aracı değil, aynı zamanda güçlü bir ifade alanı haline geldi. Özellikle gençler, bu platformları aktivizm yapmak, kimliklerini ortaya koymak ve hatta sosyalleşmek için kullanıyorlar. Bizim kuşağımız sosyalleşmeyi fiziksel buluşmalarla tanımlarken, onlar için "arkadaşımla çevrimiçi görüşüyorum, sosyalleşiyorum" demek oldukça doğal. Neyse ki, ben de yeğenimle bu yaratıcı enerjiyi farklı alanlara yönlendirebiliyorum. Birlikte taş boyama, fotoğrafçılık ve video düzenleme gibi aktiviteler yapabiliyoruz. Onu sürekli yeni projelerle meşgul ederek enerjisini canlı tutmaya çalışıyorum. Bazen dışarıda fotoğraf çekiyoruz, bazen de evde birlikte videolar düzenliyoruz. Öğrettiğim yaptığı işlerden keyif aldığını görmek beni de çok motive ediyor. Özellikle video düzenleme konusunda gösterdiği hız ve yetenek inanılmaz; bu alanda gelecekte çok başarılı olacağına eminim.
Lafın kısası: Köprüleri yakmak kolay, ama asıl önemli olan köprüler kurmak. Yeni nesle ayak uydurmak, illaki onlar gibi olmak demek değil.
Onları anlamaya çalışmak, neye değer verdiklerini fark etmek ve birlikte yeni bir yol çizebilmek demek. Onların enerjisiyle bizim deneyimimiz bir araya geldiğinde, ortaya çıkan şey gerçekten çok kıymetli olacaktır.
Zaman değişiyor, biz de onunla birlikte esneyip şekil alabilmeliyiz. Belki onlara biraz yavaşlamayı, anın tadını çıkarmayı, doğayla yeniden bağ kurmayı ögretebiliriz. Sabretmenin ne demek olduğunu, beklemenin de bir kıymeti olduğunu hatırlatabiliriz. Kimbilir, belki ilişkilerin sadece ekranlarda değil, gerçek hayatta da ne kadar derinleşebileceğini birlikte yeniden keşfederiz. Yeter ki birbirimizi dinlemeye niyetli olalım.
