• BUGÜNKÜ YENİ ASIR
  • Namaz Vakitleri
  • VavTv Canlı Yayın
Beklentisizliğin mutlak gücü

AYSUN METE

Beklentisizliğin mutlak gücü

Tüm yazıları
Giriş Tarihi: 23 Ağustos 2025

Ben hep birlikte yürüdüğümüzü sanıyordum..."Oysa ki o bazen sadece yanımda durmuş, yürümemişti bile." Bir şey beklememek... Kulağa sanki içi boş, ilgisiz bir cümle gibi geliyor başta. Ama aslında tam tersi: İçinde yaşanmışlık var, yorgunluk var, kırılmış hevesler var. Ve en çok da kendini anlamaya başlamış bir kalp var. Bir zamanlar ben de içinizden birileri gibi, ilişkilerin ancak aynı anda, aynı oranda verilerek ilerleyebileceğine inanıyordum. Sanki bir terazinin iki kefesi gibiydi her şey. Ben ne kadar verirsem, karşı taraf da o kadar vermeliydi. Ben bir adım attıysam, onun da atması gerekirdi. Ben bir şey yapıyorsam, onun da katkı sunması önemliydi. Ama hiç öyle olmadı. Ben çabalarken, karşı taraf bazen sadece seyretti. Ben "biz" için bir şeyler kurarken, o hâlâ bireysel bir noktada kalıyordu. Ve ben, sessizce beklemeye başladım. Konuşmak yerine, içimde biriktirmeyi seçtim. Sormak yerine, anlamış gibi yaptım. Ama içten içe beklentilerim büyüdü.. Ve o beklentiler cevap bulamadıkça, ben kendime bahaneler uyduruyor, "herkesin sevgi, olayları ele alma biçimi farklı" diyordum. Ama günün sonunda, asıl kendime dürüst olamadığımı anladım. Zamanla fark ettim ki, herkes aynı yerden bakmıyor ilişkiye. Herkes aynı anda, aynı hızda, aynı derinlikte yürüyemiyor. Bu bir yanlış değil, bu sadece bir gerçeklik. Ama o gerçeği kabul etmek, belki de en çok kendinle yüzleşmeyi gerektiriyor.

BEKLENTİ
İşte tam bu noktada beklentisizlik kavramı giriyor hayatına. Ama öyle "hiçbir şey beklemiyorum" diyerek değil... Çünkü dürüst olmak gerekirse, hepimiz bir şey bekliyoruz. Sevgi bekliyoruz örneğin. Sadakat bekliyoruz. İlgi, anlayış, dürüstlük bekliyoruz. Bazen sadece "yanındayım" denmesini, bazen de susarak anlaşılmayı bekliyoruz. Yani evet... "Hiçbir beklentim yok" dediğimiz anlarda bile, içimizde minicik umutlar var. Ve belki de en büyük yorgunluk, o küçücük umutların, sessiz hayal kırıklıklarına dönüşmesiyle ilgili... Bu farkındalıkla birlikte öğrendim ki: İlişkiler eşitlik değil, denge meselesiymiş. Biri biraz daha çok verebilir, biri biraz daha geç anlayabilir. Ama önemli olan, iki tarafın da kalpten niyetli olmasıymış. Eğer o denge kalpten gelen bir karşılıkla kurulmuyorsa, o zaman verdiğin şey fedakarlıktan çıkıyor, kendini yok saymaya dönüşüyor çünkü... Ve kendini yok saydığın her ilişkide, içten içe eksiliyorsun. O eksilmeyi bazen, gün gün hissediyorsun. Örneğin, bir mesajı beklerken, gelmeyince içine çöken sessizlikle... Bir "Nasılsın?" sorulmadığında, aslında hiç sorulmayacağını fark ettiğin o anla... Ve sen hâlâ, hâlâ umutla orada beklerken, karşı tarafın çoktan başka bir yolda yürümeye başladığını fark ettiğinde belki de... İşte o gün, kendinle baş başa kalıyorsun. Ama bu, kötü bir yalnızlık değil. Kırıklarının içinden doğan bir farkındalık sadece. Ve diyorsun ki kendine: "Ben artık kimseyi değiştirmeye çalışmayacağım. Ve sadece kendim gibi kalacağım!" Aslında gerçek huzur, beklentiler bittiğinde değil; Beklentinin kaynağını fark ettiğinde başlıyor. Yani neyi neden beklediğini, neyin seni gerçekten yaraladığını ve en çok da... Kimin aslında seninle gerçekten "orada" olduğunu gördüğünde. Ve sonra... Bir gün geliyor ki, hiç beklemediğin bir sabah, artık daha az beklediğini fark ediyorsun. Ve bu seni hafifletiyor. Çünkü içinden taşıdığın onca ağırlığın, aslında beklentilerin gölgesinde büyüdüğünü fark ediyorsun. Kalbini kemiren o sessizlikler, o cevapsız sorular, o yarım kalan cümleler...

FIRTINA
Hepsi, bir şeylerin karşılık bulacağına dair duyduğun inancın sessiz tanıklarıymış meğer. Ve sen artık, bu tanıklardan yavaş yavaş uzaklaştıkça, yüklerinden de arınmaya başlıyorsun. Bu hafiflik; vazgeçmek değil... Aksine, sadece kendi kalbini nihayet sahiplenmek aslında. Bir başkasının varlığına yaslanmadan da, ayakta kalabileceğini görmek. Ve bir gün dönüp arkana baktığında, yürüdüğün yolların senden bir şey eksiltmediğini, aksine seni sen yaptığını fark etmek. İşte o an, içindeki fırtına diniyor. Sessizlik artık bir boşluk değil, huzura dönüşüyor. Çünkü artık beklemiyorsun; kendini eksik sanmadan, tamamlanma arayışına düşmeden, sadece olduğun gibi kalmanın gücünü taşıyorsun içinde. Çünkü artık sevilmek için değil, sen sevdiğin için seviyorsun. Anlaşılmak için değil, kendini anladığın için susuyorsun. Cevap almak için değil, içinden geldiği için yazıyorsun. Ve o zaman... Kalbin daha az kırılıyor. Kırıldığında da daha kolay iyileşiyor.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.