Bir ilişkide insanı en çok yoran şey sevgisizlik değildir aslında. Bazen sevgi oradadır, hatta yoğun bir biçimde hissedilir; ama yine de bir şeyler eksik kalır. Öyle bir eksikliktir ki adı bir türlü konulamaz tarifi kolay değildir çünkü. Ama kendini hep hissettirir. Sessizdir ama içini oyacak kadar da güçlü. Zaman geçtikçe, ismini bile koyamadığın o eksiklik daha da derinleşir; kelimesiz bir duvar gibi yükselir aranıza, beklenmiş ama gelmemiş ne varsa onların içinde yavaşça büyüyüp kök salmasıyla...Beklenti genelde haksız bir yük gibi sunulur. Sanki gerçek sevgi, karşılık beklememekmiş gibi... Sanki istemek, sevgiyi kirletmekmiş gibi... Oysa romantik ilişkilerde bu yük değil; karşılıklı bir bağın bir ifadesi olmalı. Sevmenin ve değer görmenin bir yansıması. Çünkü insan sevdiğinde istemek ister. İstemek de yük olmak değil; bağ kurmaktır. Ve bağ kurmak, yalnızca vermekle değil; karşılık bulmakla mümkün. İlişki, iki kişinin gönüllü emeği. Birinin hissettiklerini, ötekinin duyduğu; birinin verdiğini, diğerinin değerle karşıladığı bir alan çünkü. Ama bazı ilişkilerde bu alan tek taraflı bir emeğe dönüşmekte. Nasıl mi? Sevgi vardır, ama anlayış eksiktir. İlgi vardır belki, ama ifade eksiktir. Bir "Günaydın" cevapsız kalır. Bir "Seni seviyorum" boşluğa düşer. Ve kişi yavaş yavaş şunu hissetmeye başlar: Buradayım, ama görünmüyorum. Seviliyorum, ama duyulmuyorum.
DUY, GÖR, HİSSET
Beklentiler o noktada şekil değiştirir. Artık istenen bir jest ya da özel bir gün hediyesi değildir. İstenen sadece şudur: "Duy beni." "Gör beni." "Kırılmadan önce hisset beni." Bazı insanlar sevgilerini dokunuşla anlatır. Bazıları sessizlikleriyle... Ama bazıları için sevgi, sözcüklerden geçer. Ben de onlardan biriyim. Ben duygularımı kelimelerle kurarım. Bir bakışla değil, bir cümleyle sarılırım. Romantizmi yalnızca mum ışığında değil, bir "Nasılsın?"ın içten tonunda ararım. Ve bu benim eksikliğim değil; sadece sevme biçimim... Ama işte tam da burada başlar derin bir yanlış anlaşılma...
Düşünün ki, siz içinizi dökerken, karşı taraf kendi iç dünyasının derinliğini tarif ediyor. Kendini anlatıyor, sizi dinlemiyor. Siz elinizi uzatıyorsunuz, ama o ele değil; kendi bağlanış biçimine bakıyor. Kendisiyle o kadar meşgul ki... Ve o an içinizden şu cümle geçiyor: "Düşünce şekillerimiz o kadar farklı ki... birbirimize asla ulaşamıyoruz. Peki nasıl iyi geleceğiz?" Çünkü artık onun sözleri size yakınlık değil; bir yarış hissi veriyor. Sanki kimin daha çok sevdiği değil, kimin daha derin hissettiği önemliymiş gibi... Ama siz o yarışa girmediniz. Siz sadece görülmek istediniz. Yanınızda biri olsun, beni duyumsasın istediniz. Ama onun "ben seni senden iyi tanıyorum" deyişinde bile aslında size yer yoktu. Sahiplenilen ama anlaşılmayan biri gibi hissettiniz. Ve o his, ilişkide yalnız kalmakla eşdeğerdi.
SORGULAMA ZAMANI
Sanırım zamanla insan susmayı öğreniyor. Her duygusunu paylaştığında bir savunmayla, bir eleştiriyle, bir analizle karşılaşıyorsa özellikle. En güvenli yer, suskunluk oluyor. Ama o sessizlik, içinde büyüyen en büyük yalnızlığa dönüşüyor giderek. İki kişi olup da anlaşamamak... Aynı odada olup da yabancılaşmak gibi... Birini sevip de, o sevgide kendine yer bulamamak gibi... Ve sonra şu sorular düşüyor zihne: "Ben bu ilişkide neyi sürdürüyorum?" "Sevgi mi? Alışkanlık mı? Yoksa içimde hâlâ kırılmamış bir umudu mu?" Biri size "Sen eleştiriye dayanamıyorsun çünkü hep takdir görmüşsün" derse ne hissedersiniz? Aslında demek istediği: "Herkes sana iyi davrandı ama ben seni en cıplak halinle görülebiliyorum." Ama sevdiğimizin bizi sadece kusurlarımızla görmesi, pozitif tarafları asla vurgulaması yakınlık gibi hissettirmiyor; sadece anlık bir üste çıkma çabası gibi. Zamanla insana kendini sorgulatıyor çünkü: "Ben olduğum gibi sevilmeye değer değil miyim?" "Yoksa sadece herkesin görmek istediği halimle mi seviliyorum?" İşte insanın iç sesini bastırmaya başladığı en kırılgan yer tam da burası. Çünkü kişi kendini sorgulamaya başladığında, karşısındakini artık daha az sorguluyor. Ve bu da ilişkideki dengeleri sessizce bozmaya başlıyor belki de.
SEVİLMEK GÜZELDİR
Beklenti, sevmenin doğal bir sonucu. Karşılık beklemeden, beklenti kurmadan yaşamak; bir aşk değil, bir koşu yarışı olurdu bence. Ve kimse sürekli koşarak bir yere varamaz. Çünkü ilişki, yan yana yürümek ister. Eşlik etmek ister. Sadece sevilmek değil; sevildiğini hissetmek ister. Zaman geçtikçe, insan içinden bir şeylerin eksildiğini fark eder. Artık ne sevgi aynı sıcaklıktadır, ne de sözler aynı yakınlıkta... Bir şeyler hâlâ var gibidir, ama tam olarak ulaşılmaz bir mesafeyle birlikte. Ve işte o noktada, şu cümle usulca düşer insanın içine: "Beni seviyor olabilir... ama neden hâlâ beni duymayı seçmiyor?" İşte o zaman anlarsın: Sevgi tek başına bir ilişki için yeterli değil. Çünkü gerçek ilişki, iki kişinin birbirinin ihtiyacına kör kalmadan yaşadığı bir bağ. Ve bazen sadece duygular değil, diller de farklı olabilir. Sen seversin... ama o seni anlamaz. Sen beklersin... ama o hiçbir şey eksik görmez. Sen duygularını cümle cümle verirken... O sadece susar. Ve inanın, bir gün sevginin de sesi tükenir. Geriye sevgi değil, sadece duyulmamış bir kalbin sessizliği kalır. Dilerim bu hafta sevildiğinizi duyduğunuz, anlaşıldığınızı hissettiğiniz bir zaman dilimi olur. Çünkü sevilmek güzeldir; ama o sevgide kendine yer bulabilmek, en kıymetlisidir.
