Merkez Bankası dün ödemeler dengesi verilerini yayımladı. Temmuz ayı ve yılın ilk 7 ayını kapsayan rakamlara göre Türkiye ekonomisinin yumuşak karnı olan cari açık 9 ay önce başladığı düşüş trendine devam etmiş. Temmuz ayı cari açığı 3 milyar 856 milyon dolar seviyesinde kalmış ki bu da 2012 yılında ilk kez 4 milyar doların altına inmesi anlamına geliyor. Derecelendirme kuruluşlarının not değişikliklerinde ya da yabancı yatırım bankalarının Türkiye piyasaları için tavsiyelerinde hemen öne sürdükleri adeta bir koz olarak kullandıkları cari açık sorununun geriliyor olması iyi haber. Ancak, bu düşüşlere nedense her büyüme hızının yavaşladığı yıllarda tanık oluyoruz. Daha açık bir ifadeyle, cari açıktaki gerileme kendi iç dinamiğinden öte büyüme hızının gerilemesine bağlı olarak daha az ithal hammadde ve ara mal kullanmamızdan ve daha az yurt dışı hizmet kullanmamızdan kaynaklanıyor. İşte bu yüzden cari açıkta zaman zaman görünen aşağı inişler kalıcı olmuyor.
İNİŞ ÇIKIŞ DÖNGÜSÜ
Cari işlemlerde göze çarpan gelişmelere değinelim, ardından cari açığın düşüşünün devamlılığını sorgulayalım...
Cari açığın en büyük kaynağı ithalatın ihracattan yüksek olmasına dayanıyor. Yani, iç ve dış talep arasındaki asimetri mal dengesini bozuyor ve cari açığı yukarı itiyor. Ocak-Temmuz döneminde dış ticaret açığı 41 milyar dolar sınırına gelmiş. İhracat bu yılın ilk 4 ayında sürekli yükseldi. Mayıs'ta hafif aşağı doğru gevşedi sonra tekrar yükselişe geçti ve aylık bazda 13 milyar doların üzerini korudu. Fakat, Temmuz ayında yeniden düştü. Buna karşın 7 ayda 133 milyar doları aşan ithalat ise genelde 20 milyar doların üzerindeki seviyesini korudu.
Dış ticaret ve cari açık verilerini kullanarak grafik elde ettiğimizde karşımıza çok net bir resim çıkıyor. Kriz dönemlerinde, daha doğrusu büyüme hızının düştüğü dönemlerde açıklar dip, büyüme hızının yükseldiği dönemlerde zirve yapıyorlar. Örneğin, 1999 krizinde dış ticaretin gayrisafi yurtiçi hasılaya oranı yüzde 5.7'e gerilemiş. 1999 krizi sonrası, dış talebe bağlı büyüme sayesinde yeniden oran yüzde 10'u bulmuş. 2001 krizinde aşırı küçülme ile dış ticaret açığı oranı yüzde 5.5'e inmiş, 2002'de toparlanmayla yüzde 7 sınırına dayanmış. Tam bir sinüs eğrisi görünümü.
Net enerji ve altını çıkararak çizdiğimiz grafikte de durum değişmiyor. 2009 yılı küçülmesi ile açık yüzde 6.1'e iniyor, 2010 çıkışı ile yüzde 10'a geliyor. 2009 ve 2010 yılları arasında cari açık oranındaki yukarı yönlü değişim yüzde 247 seviyesinde.
POLİTİK TERCİHLER
Türkiye ekonomisinin içindeki bu döngüleri gözler önüne seren örnekleri çoğaltmak mümkün. Neden döngü yapıyor? Yanıtımız net... Çünkü, politik tercihlerde işin kolayına kaçıldığı için. Büyüme hızı ne pahasına olursa olsun derseniz, yüksek cari açık, yüksek tüketici kredi hacmi gibi sorunlarında ortaya çıkması kaçınılmaz oluyor. Teorik olarak cari açık tasarruflar ile yatırımlar arasındaki dengesizliktir. Tüketime yüklenirseniz, üstelik böyle bir gelir politikasıyla, tasarruflar yetersiz kalıyor ve cari açık kabus gibi çözüyor ekonominin tepesine.
Bu noktada yine bir tercih var. Cari açık olursa olsun dersiniz ki bu yöntem seçiliyor. Nasıl olsa yabancı sermaye ile finanse ediyoruz mazeretinin arkasına saklanırsanız, büyürken yükselen cari açık, küçülürken düşen cari açık döngüsünden kurtulamazsınız.
Son aylarda cari açığı kalıcı adımlar atılıyor nihayet. Birincisi, Merkez Bankası para ve kur politikası ile iç ve dış talebi dengelemeye çalışıyor. İkincisi, tasarrufların artırılması için bireysel emeklilik sistemi mevzuatında oldukça pozitif diyebileceğimiz değişikler yapıldı. Üçüncüsü ise yeni teşvik mekanizması ile ithal ara mal ve hammadde yerine, rekabet gücü artırılacak olan yerli üreticilerin ön plana çıkmaları. Bir de enerji reformu eklenirse bu zincire işte o zaman cari açık kalıcı olarak çözüme kovuşabilir.
