1947 yılında Ankara'da doğan Muazzez Abacı, 1970'lerde gazino sahnelerinde parlayan o klasik dönem sanatçılarından biridir. Yani sahnenin tozunu, mikrofonun mesafesini, dinleyicinin suskunluğunu bilen kuşaktan... Eski tür assolistlerin de son örneklerindendi. O yıllar, Türkiye'de sahnenin hala büyülü bir ritüel olduğu dönemdi. Sadece gazinolarda değil, İzmir Enternasyonal Fuarı'nın o efsanevi sahnelerinde de defalarca sahne aldı. Fuar konserleri, onun sanat müziğini geniş kitlelere ulaştırdığı, halkın onu "bizden biri" olarak benimsediği yerlerdi. Abacı sahneye çıktığında, ne kıyafetiyle abartıya kaçar, ne sesiyle gösterişe; sahne onun için bir mabetti, seyirciyle paylaşılan sessiz bir saygıydı.
DÖNEMİN HAFIZASIYDI
ABACI, albümleriyle bir dönemin duygusal hafızasına kazındı; "Vurgun", "Şakayık", gibi eserlerle yalnızca bir yorum değil, bir üslup yarattı. Onun repertuvarı, Tanburi Cemil Bey'den Zeki Müren'e uzanan bir köprüdüydü; sesi o köprünün tam ortasında, geçmişin vakarını geleceğin kulağına taşırdı. Türk Sanat Müziği'nin 90'larda ve 2000'lere kadar geniş kitlelerce dinlenmesinde etkisi büyüktü.
ÖRNEK BİR İCRACI
ABACI'NIN sesinde bir sultani hicaz disiplini, bir taş plaktan fısıldayan eski bir asalet vardır. Vibratosu keskin ama asla hoyrat değildir; nefesi derin ama asla gösteriş için değildir. 1990 yılında Cemal Safi'nin sözlerini yazdığı "Vurgun" adlı şarkı ve albümle kariyerinin zirvesine çıktı. Bugün müzik endüstrisi hızla tüketilirken, Abacı'nın her cümlesi zamanı yavaşlatır. Dijital tınıların, yapay melodramların arasında onun sesi insana neredeyse bir dönemin asaletini, kalitesini ve o kültürü hatırlatması gibidir.
