Korkuyoruz. Yanıbaşımızda bir canlı bombanın patlamasından korkuyoruz. Bombalar patlarken sevdiklerimizin orada olmasından korkuyoruz.
Tanıdık veya tanımadık, genç-yaşlı, sivil-asker, insanların kimsenin ölmesini istemiyoruz. Korkuyoruz. Ölmekten korkuyoruz.
Bu korkumuzun üretilmiş korku olduğunu söylüyor psikiyatr Engin Geçtan. Diyor ki:
* Gerçek korkuyla üretilmiş korku farklı şeyler.
* Gerçek korku, tehlikeli durumlar karşısında yaşanır. Bir savunma mekanizmasıdır. Hayatta kalmamızı sağlar.
* Üretilmiş korku ise yaşam sorumluluğundan kaçınma eğiliminden kaynaklanır.
Yani başımıza bir iş geldiğinde, bir saldırıya uğradığımızda veya evimize hırsız girdiğinde korkmamız normal. "Ya başımıza bir şey gelirse" diye endişe etmek ve sokağa çıkmamak ve sürekli korku ile yaşamak normal değil. Bu durum hayat alanımızı daraltmayı gerektirir ki, esas korkmamız gereken şey budur. Hepimiz hayata devem edeceğiz. Etmeliyiz. Çünkü;
* Her şeye rağmen var olmak zorundayız.
* Önceliklerimiz var. Kendimize, çocuklarımıza ve ailelerimize karşı olan sorumluluklarımız. Yas ve üzüntü hayatı durduramaz. Durdurmamalı.
KENDİNDEN KURTULMAK
Ne yapacağız? Yine Engin Geçtan'ın önerilerine kulak verelim. Diyor ki:
* "Her şeyin doğrusunu ben biliyorum" demekten vazgeçmeliyiz.
* Birbirimizi anlamaya, dinlemeye çalışmalıyız.
* Yargılamaktan vazgeçmeliyiz.
* Çünkü başkasını yargılamak, kendinden kurtulmanın bir yoludur.
Bayıldım bu söze. Ne kadar doğru. Ne kadar da haklı.
Çok meraklıyız başkalarını yargılamaya. Oysa yargılamaya önce kendimizden başlamamız gerekir. Biz ne yapıyoruz da başkaları hakkında fikir öne sürüyor ve hüküm veriyoruz?
Sosyal medyada yazılanlar mesela. Bir olay hakkında başkaları hakkında atıp tutanlar, akıllarına geleni yazanlar...
Herkes her şeyin en doğrusunu biliyor. Herkes ahkam kesiyor. Yaptıkları veya yapabildikleri tek şey başkaları için öfke kusmak. Sorumluluklardan kurtulmak. Hocanın dediği gibi "Başkalarını yargılayarak kendi sorumluluklarından kurtulmaya çalışmak".
SEÇİMLERİMİZİN SONUCU
"İnsan Olmak" kitabında, insanları sevebilmenin yolunun, onlarla baş edebilecek yöntemleri geliştirmek olduğunu söyler Engin Geçtan.
Bununla kastedilenin de, karşımızda düşmanlar varmışcasına savunma yöntemleri geliştirmek yerine, kendimizi dürüst ve açık bir biçimde yaşayabilme yürekliliğini gösterebilmek olduğunu hatırlatır.
Yani;
* Sinsice yaşanan duygular, insanların bize, bizim de onlara ulaşabilmemizi engeller. Çünkü onlar gerçek bizi değil, gösterdiğimiz yanlarımızı kabul ederler. Sonunda, kabul edilen gerçek benliğimiz olmadığından, kendimizi de kabul edilmiş hissedemeyiz.
Sürekli seçim yaptığımızı ama bunları kabullenemediğimizi de hatırlatarak şu örneği verir: "Denize girmek için kıyıya gelen üç kişiden biri derhal suya dalabilir, diğeri sonunda nasıl olsa gireceğini bildiği halde bir süre suyun soğukluğunu deneyerek vakit geçirdikten sora girebilir, sonuncusu ise girmekten vazgeçebilir ve girenleri seyreder. Bu bir seçimdir ve insan nasıl isterse öyle 'olur'. Ama seçimlerinin sonuçlarını da kabullenmesi koşuluyla!"
