Örneğin üçüncü köprüye karşılar...
Örneğin yeni Hava Alanı'na karşılar...
Örneğin, daha uygar, daha demokratik bir İzmir'e karşılar...
Örneğin, bölgede ve dünyadaki 'Türk Gücü'ne ve 'bize her yer Türkiye' diyerek bayrak göstermemize karşılar...
Örneğin, yerli savunma sanayii kurmamıza karşılar...
Ama daha önemlisi...
Türkiye'nin nükleer enerji sahibi olmasına karşılar...
Ve en az onun kadar önemlisi...
Türkiye'nin petrol/enerji koridoru olmasına da karşılar...
Bütün bunları sağlayacak adam Recep Tayyip Erdoğan olduğu için de, öncelikle ona karşılar. Onu devirdikleri zaman, yukarıda saydığım gelişmelerin hiçbirinin yaşanamayacağını biliyorlar.
Bu yüzden Türkiye'nin geleceği ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın geleceğinin bu kadar örtüştüğü başka bir zaman olmadı.
Her milli vatandaşın pozisyonunu bu gerçekliğe göre alması gerekiyor... Devletin de gerekli adımları vakit kaybetmeden atmasını bekliyoruz.
Madem Türkiye üzerine oynanan oyunların en önemli faktörlerinden biri enerji iddiası, gereğini derhal yapmalıyız.
Enerji Bakanımız Taner Yıldız; Milli Güvenlik Kurulu'nda bir an önce yerini almalı.
Hem Enerji Bakanlığı'nın temsili, hem de Taner Yıldız beyefendinin 'devlet adamı' vasfı, savunmamızı tahkim edecektir.
İbn-i Sebe Retoriği neydi?
İslam tarihi içinde ilk fitneyi çıkartan olarak kabul edilen İbn-i Sebe'nin Hz. Ömer devrinde yaşadığı rivayet edilir.
Gerçekten yaşayıp yaşamadığı tartışmalıtdır ama önemli değildir. Bir karakter olarak, kültürümüzde 'İbn-i Sebe retoriği' denilen kavram bu profil tarifiyle cisimleştirilmiştir.
İbn-i Sebe'nin aptığı temel şey, iki anlamlı cümleler kurmak, 'ama' formuyla genel kabulleri yok etmek ve insanları bir birine düşürmek...
Sunni ulemaya gidiyor ve 'Hz. Ali çok saygındır ama hilafet Hz. Ömer'in hakkıdır,' diyor...
Sonra Hz. Ali'ye gidiyor ve, 'Hilafet senin hakkındır. Hatta sen O'sun...' diyor. (Haşa) Onun Ellah Teala olduğunu söylüyor.
Hz. Ali bu bozguncuyu Medyayin'e gönderiyor.
İbn-i Sebe'nin ve İbn-i Sebecilerin amacı İslam'ı içerden çökertmek.
Bunun için kullandıkları retorik de, 'evet, fakat' retoriği... Cümlenin ilk kısmında doğru olanları söylerler, sonra bir fakat ekleyip, yalanı ve fitneyi ekerlermiş...
Ne zaman, cümlenin birinci kısmında haktan yana olan, sonra bir ama ekleyip, ikinci kısmında yalanını kamufle etmeye çalışan birini görsem, aklıma İbn-i Sebe gelir.
Bugünki siyasi ortama şöyle bir bakıyorum da...
İbn-i Sebe retoriği hala çok güçlü.
Bunu bozabilecek en akılcı şeylerden biri ise, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, 'büyük saldırı'ya karşı Başbakan Erdoğan'a tam desteğini açıklaması olabilir.
Kısa bir gazete değerlendirmesi
Türkiye'nin son dönemde yaşadığı gerilim, gazetelerin gerçek kabileyet ve sınırlarını gösterebilmesine sebep oldu. Milli kanatta; Sabah ve Akit, gazetecilik yeteneklerini maksimize ettiler. Parladılar.
Yeni Şafak ortalama, Star ise tesirsiz kaldı.
Eskinin Merkez Medyası'nda ise; Hürriyet bir zeka pırıltısı gösteremedi. Saldırgan pozisyon alsa da Radikal'in yok hükmünde olduğu anlaşıldı. Milliyet, Vatan falan filan neredeyse saha dışı kaldılar. Sözcü gibi, eğitimsiz okuru olan, 2. Sınıf bir bulvar gazetesi bile onları aştı. Özgün bir kulvarda yer alan Yeni Asır, çok dikkat çekici 1. Sayfalar yapmaya başladı. Zaman'a gelince... Zaman'ın tutumu, bir gazeteden daha çok, bir kurumsal günlük yayın olduğunu ortaya serdi. Bu sınav, medyada önümüzdeki dönemde kimlerin etkin olacağının da anahtarı gibi. Global süreci ve bu süreçte Türkiye'nin geleceğini okuyabilenler ayakta kalacak; diğerleri sönmeye devam edecek.
