Önce meczub zannettim...
Taraf'taki köşesinde, sırf dersane konseptine karşı olduğum için Cemaat'in benden intikam alacağını söyleyip Cemaat adına tehdit ettiği zaman, ün yapmaya çalışan bir fırsatçı diye düşünmüştüm.
Sonra Cemaat'in kurumlarına, 'bu adamı yalanlayın' dediğimde, 'o bizden değil' yanıtını verip ama ısrarla bu mahluku yalanlamadıkları zaman aklımın bir kenarına not ettim.
Bugün ise, bir dostun hayret dolu twit'inde bu mahlukun yine Taraf gazetesine Cemaat'e öğütler verirken şu satırları yazdığını gördüm: "Bilin ki Türkiye bir Kürdistan'a hamiledir. Bir gün elbet doğuracaktır. (...) Kemalist cerahati akıtmak için Türkçülüğe verdiğiniz rüşvetin milyonda birini bir muhatap olarak Kürt milliyetçiliğini bile terk eden PKK'ye vermelisiniz."
Elbette artık meczub olduğunu düşünmüyorum.
Cemaat ile 'Ayrılıkçı Kürd Hareketi'ni müttefik kılmaya memur olmuş bir zat ile karşı karşıyayız. twitter'a şöyle bir bakanlar, Amerikan Üniversitesi'nde kendisine iş verilmiş bu zatın yazısının Cemaat'in şakirdleri ve köşe yazarları tarafından büyük bir şevkle RT edildiğini görebilirler.
Yanılmışım. Başlangıçta meczub zannettiğim Mücahit Bilici, dikkatle takip edilmesi gereken biridir.
Amerika'dan yazdığı yazılarla, Cemaat'in intikam alacağını söyleyen bu zat, şimdi Cemaat'e bir Kürdistan kurdurtmaya çalışıyor.
Satır satır okunmalı.
Kabataş görüntüleri meselesi
Birden bire Kabataş'ta bir mesture hanımefendiye saldırıldığı iddiasıyla ilgili görüntüler yayınlanmaya başladı.
Görüntülere göre bir saldırı yok.
Açık söyleyeyim, bu yayın bana pek masum görünmedi.
İki sebepten dolayı:
1. Görüntü olmaması, saldırı olmadığı anlamına gelmez.
2. 'Saldırı yok, hükümet yalan söyledi' tezi için böyle büyük bir sızdırma yapılmaz. Bu olsa olsa, daha büyük bir girişimin 'giriş' bölümü olabilir.
Yani... Söylemeye çalıştığım şey şu: Hükümet, Kabataş olayı ile ilgili, elindeki belge ve görüntüleri (varsa) yayınlanmaya zorlanıyor.
Toplumsal infiale neden olabilecek bu görüntüler (varsa), asla ve kat'a yayınlanmamalı. Hükümet bu konudaki dik duruşunu muhafaza etmeli. Belki olayın ne olduğunu anlatan bir kare yayınlamak, veya görüntüleri bilirkişilere izletmek de mümkündür.
Benim, uzun zamandır süren kaset, kayıt savaşlarında dikkatimi çeken bir şey var.
Recep Tayyip Erdoğan hükümeti, kendisine karşı girişilen savaşa aynı şekilde, kaset ve dinleme kaydı yayınlayarak karşılık vermiyor.
Duyduğuma göre Başbakan, 'sakın aynı ahlaksızlığı yapmayın' diye talimat vermiş.
Bir ülkenin başbakanının önüne konulan kaset ve kayıtların sayı ve hacmini tahmin edebilen herkes, başbakanın ne kadar ilkeli ve ahlaklı bir noktada durduğunu anlayabilir.
Ebu Şiraz
Artık seni 'Ebu Şiraz' (Şiraz'ın babası) diye anacaklar dedi bir dostum.
Yok hayır, gizli bir cemiyete inisiye olmadım, Ellah Teala'ya hamd olsun, önceki gün bir kızım oldu.
Ben adını Şiraz koydum.
Şiirin, sanatın, bahçelerin şehri gibi koktu bana... Şiraz üzümünün ıtırlı kokusu gibi geldi.
Annesi Bengi koydu adını.
Kayınvalidesinin adını da ekledi.
Seyid Saki büyüğümüzden de bir isim koymasını istedik... O da, efendimizin ikinci çocuğu ve ilk kızı olan Hz. Zeyneb'in ismini koydu. 'Babasının süsü.'
Böylece, gündelik hayatta Şiraz'ı kullanacağız ama ismi Şiraz Bengi Zeyneb oldu.
İsimler, insanların ve şeylerin hayatlarında önemli şeyler. Bütün ezoterik doktrinler, isimlerin de kader olmakla birlikte, 'kader' üzerinde belirleyici etkisi olduğunu söyler.
Biz böyle seçtik. Ben de 'Ebu Şiraz' oldum.
Ellah teala, ömrünü uzun kılsın.
Dinine, vatanına, milletine, bayrağına sadık bir evlat olsun inşaellah.
Niçin 'Ellah' imlasıyla yazıyorum?
Allah imlasını değil, Ellah yazılışını tercih etmemin bir sebebi var: Bu isim, Arapçadır. Arapça'da ayın harfiyle değil, elif harfiyle yazılır ve EA karışımı bir sesle okunur. Ağızdan ilk çıkan ses Türkçe'de 'e' sesidir. Ve Türkçe okunduğu gibi yazılan bir dildir. Dolayısıyla, tam olarak karşılamasa bile, telaffuz konusunda farkındalığı vurgulamak için bu imlayı tercih ediyorum.
Diğer imlanın yanlış olduğunu söylemiyorum ama benim tercihim bu.
