Küresel likidite arttıkça ve buna bağlı olarak sermaye akımlarındaki oynaklık yükseldikçe merkez bankaları kullandıkları para politikası araç bileşimlerine oldukça ince ayar yapmak zorunda kalıyorlar. Ancak her çaba beraberinde onları biraz daha çıkmaza doğru itiyor. Şuan net bir şekilde görüyoruz ki, FED sanki uçuş kulesinde yerini almış gelişmiş ve gelişmekte olan merkez bankalarını istediği gibi kontrol ediyor. Gelişmiş ülke merkez bankalarına faizleri indirtiyor, gelişmekte olan merkez bankalarına da faizleri kaldırtıyor.
Merkez bankaları artık dual hedefi kabullenmiş durumdalar. Fiyat istikrarı ile 2008 küresel krizine kadar idare edebilmişler, ancak kriz sonra başta FED olmak üzere Avrupa Merkez Bankası ve Japonya Merkez Bankası hatta İngiltere Merkez Bankası olağanüstü diyebileceğimiz oranda likidite enjekte etmeleriyle finansal istikrar hedefini de ana hedef listesine eklemişlerdi.
FARK AÇILIYOR
Zaten gelişmiş ve gelişmekte olan ülke merkez bankalarının uyguladıkları para politikalarındaki asimetride bu noktada belirginleşmeye başlamıştı. Önce hep beraber faiz indirimi furyasına tanık olduk. Gelişmiş ülkeler likiditeyi veriyorlar, bunun bir kısmı kendilerinde kalıyor, büyük kısmı ise getirilerin yüksek olduğu gelişmekte olan piyasalara geliyordu. Kısacası alan memnun satan memnundu. Bu sayede gelişmiş ülkelere gelen yabancı sermaye akımı arttıkça bu ülkelerin büyüme hızları da beraberinde yükseliyordu. Ancak yüksek büyümenin doğal olarak faturası da yüksekti. Tasarruf oranları düştü, kredi hacimleri fırladı, doğal kaynakları olmayan ülkelerin cari açıkları yukarıya gitti.
Böyle bir tablo karşısında en hızlı büyüyen BRIC ülkelerinden Çin ve Hindistan merkez bankaları geleneksel olmayan para politikalarına daha fazla önem verdiler. İki ülke merkez bankaları politika faiz oranlarıyla oynamak yerine ya da faiz koridoru uygulamak yerine açık piyasa işlemlerine ağırlık vererek kredi hacmindeki artışı baskılamaya çalıştılar, halen de çalışıyorlar. Aynı zamanda, arada bir zorunlu karşılık silahını da çekiyorlar. Diğer gelişmekte olan merkez bankaları ise politika faiz oranlarını yükseltmek yoluna gittiler. Örneğin, Hindistan, Brezilya ve Endonezya merkez bankaları ikişer kez politika faiz oranlarını yukarı çektiler. Sırasıyla yüzde 7.25, 8.50 ve 6.50 seviyelerine taşıdılar. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası da her ne kadar politika faiz oranında bir değişikliğe gitmese de faiz koridorunun üst bandını iki kez yükselterek 125 baz puan ayarlama yaptı.
MEVCUT DURUM
Geldiğimiz nokta itibarıyla değerlendirme yaparsak... Gerek gelişmiş gerekse gelişmekte olan ülke merkez bankalarının fonlamada kullandıkları faiz oranları ile piyasa faiz oranları, özellikle de tahvil faiz oranları arasındaki spread sürekli açılıyor. Daha net ifade edelim, piyasa aktörleri merkez bankalarının faiz oranlarının mevcut riskleri içermediğini, risk primi olarak yetersiz kaldığını düşünüyorlar. Bir adım öteye gidelim. Önümüzdeki aylarda, FED'in çıkışa başlamasıyla desek daha doğru olur, merkez bankaları beyaz bayrağı çekmek zorunda kalacaklar piyasa aktörlerine karşı.
Sayısal örneklerle destekleyelim tezimizi... Çin'in yuanı 6.09'dan 6.23'e, Hindistan ruplesi 55.1'den 62.5'e, Endonezya 9.633'den 11.633 seviyesine kadar çıktı. Yani yabancı sermaye çıkışı ile ulusal paralar değer yitirdi. Tabi, bu sürecin önüne geçmek için merkez bankaları faiz artırımlarına gittiler. Ama tahvil faizleri çok daha yukarılara çıktı. 10 yıl vadeli tahviller Hindistan'da yüzde 9.04, Çin'de 4.60 ve Endonezya'da 9.55'lere tırmandı. Aynı şekilde Türkiye'de de açıldı iki faiz arasındaki fark.
Sözün özü, merkez bankaları FED'in çıkışıyla beraber faiz baskısı altına girecekler. Artırmamak yönünde direndikçe de spread daha da açıklacak.
