Merkez Bankası'nın son aylarda kurları baskılamak için aldığı aksiyonların zamanlamasının doğruluğu tartışması beraberinde bağımsızlık olgusunun da tartışılmasına neden oldu. Dünkü yazımda vurguladığım gibi bir de Standart and Poors'un görünümü negatife düşürmesinde gerekçelerden biri olarak bu konuyu öne sürmesi eklenince bağımsızlık kavramı yeniden ısınmış oldu.
Öncelikle sürece bir bakalım... 2001 krizi sonrası atılan en önemli adımlardan birisiydi Merkez Bankası'nın bağımsız hale getirilmesi. Hükümetlerin merkez bankalarını politik çıkarları doğrultusunda temel hedeflerini değiştirmelerinin ve siyasi konjonktüre paralel olarak yönlendirme çabalarının bedelinin ne denli ağır olduğunu ağır bedeller ödeyerek tecrübe etmiştik.
2001 Şubat ayında yaşadığımız ağır krizin ardından ekonominin başına geçen Kemal Derviş ilk olarak Merkez Bankası kanununun değiştirilmesini sağlamıştı. Böylece, 25 Nisan 2001 yılında yapılan değişiklikle Merkez Bankası batı ülkeleri normlarına kavuşarak para politikalarını bağımsızca kendisi belirlemeye başladı.
Kritik sorumuz şu: Bağımsızlık nedir ve ölçüsü ne olmalıdır?... Merkez Bankası hükümetle beraber enflasyon oranını belirler, hedefe ulaşmak amacıyla uygulanacak para politikası aracını ise Merkez Bankası kendisi seçer. Dikkat ederseniz hedef belirlemede sürece hem siyasi otorite hem de Merkez Bankası dahil oluyor. Ancak, sonraki aşamada yani politika belirlemede siyasi otorite devreden çıkıyor. Sonuçta bu bağımsızlık çerçevesi batı normlarına uygun çiziliyor. Yani ABD ve Avrupa ülkelerinde böyle...
TEK YETKİLİ
Kanunda ise Merkez Bankası bağımsızlığı şöyle tanımlanıyor... TCMB, Hükümet ile birlikte enflasyon oranını tespit eder ve buna uyumlu olarak para politikasını belirler. Merkez Bankası para politikasının uygulanmasında tek yetkili ve sorumludur. Kanunun 4. maddesinde de bağımsızlığı ile ilgili somut hükümler var; Fiyat istikrarını sağlamak için uygun para politikasını ve kullanacağı para politikası araçlarını doğrudan TCMB belirler. Fiyat istikrarını sağlama amacıyla çelişmemek kaydıyla hükümetin büyüme ve istihdam politikalarını destekler. Son günlerde Merkez Bankası'nın bağımsızlık sınırları ve yaptığı politika tercihleri tartışılıyor. Oysa bizim gibi her şeyin politize edildiği ülkelerde bağımsız kurumlar adeta bir emniyet supaplarıdır.
BAŞARI PERFORMANSI
Merkez Bankası "doğrudan enflasyon hedeflemesi rejimi" olarak tanımladığımız para politikası modeli uyguluyor. Temel amacı "fiyat istikrarı", kullandığı araç ise "kısa vadeli faiz oranları". Ekonomik konjonktüre bağlı olarak kısa vadeli faiz oranlarını yükseltiyor ya da düşürüyor. Bugüne kadar küresel krizin etkisiyle iç ve dış talep enflasyon üzerinde yukarı yönlü baskı oluşturmadığından, yani enflasyon tehlikesi olmadığından ve aynı zamanda iktisadi faaliyetler yavaşladığından Merkez Bankası kısa vadeli faiz oranlarını aşağı çekebilmişti. Ancak, FED'in parasal genişleme politikasından çıkış için düğmeye basmasıyla sermaye akımları yön değiştirmeye başladı ve kurlar yükseldi. Bu durumu Merkez Bankası döviz satışı ile geçiştirmeye çalıştı ancak yetersiz kalınca faiz artırım aksiyonunun devreye girmesi gerekti. İşte tartışmalarda bu aşamada alevlendi. Neyse...
Sözün özü Merkez Bankası küresel kriz sürecinde üzerine düşeni yaptı ve başarılı bir performans sergiledi. Ta ki son birkaç aya kadar. Dolayısıyla, Merkez Bankası'nın son yalpaları bağımsızlığın ne kadar önemli ve gerekli olduğunu bir kez daha hatırlatmış oldu.
