• BUGÜNKÜ YENİ ASIR
  • BIST 78.384,78
    EURO 4,4760
    USD 3,8608
    GBP 3,8608
    CHF 3,8608
    JPY 3,8608
Osmanlı mirası Kudüs TOLGA TEKİN

Osmanlı mirası Kudüs

tolga.tekin@yeniasir.com.tr Tüm yazıları
Giriş Tarihi: 12.12.2017, 00:00
Tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış; İslamiyet’in, Yahudiliğin ve Hristiyanlığın kutsal şehri Kudüs’ün her taşında tarihimiz var. Tam 400 yıl Osmanlı Devleti tarafından yönetilen bu kutsal topraklarda bugün bile Osmanlı’nın izleri mevcut

50 yıldır Siyonist esareti altında olan Peygamberler Şehri Kudüs ve mübarek topraklar, Osmanlı hakimiyetinde 4 asır boyunca altın çağını yaşadı.
Osmanlılar ilk olarak, Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferinde Kudüs'e girdi. Kudüs'ün fethinden sonra Yavuz Sultan Selim, şehrin ismini "Kudüs-ü Şerif" olarak değiştirdi. Osmanlı Devleti, Kudüs'e 400 yıl boyunca hakim oldu. Osmanlı için her zaman büyük önem taşıyan mukaddes Kudüs şehrinde Kanuni Sultan Süleyman, Sultan 4.Murad, Sultan Abdülmecid, Sultan Abdülaziz ve 2. Abdülhamid Han birçok hizmetlerde bulundu.

HALEP'TE CUMA NAMAZI

16. yüzyıla girildiğinde Osmanlı Devleti en güçlü dönemini yaşıyordu ve kendisine hedef olarak batıyı seçmişti. Yavuz Sultan Selim, öncelikle Anadolu birliğini yeniden sağlamak için İran'daki Safevileri bertaraf etmeye karar verdi. Çaldıran Zaferi ile bertaraf edilen Safeviler'den sonra Yavuz Sultan Selim, yüzünü güneye çevirdi. Mercidabık Seferi ile Yavuz Sultan Selim, 1516 yılında Mısır'ı fethettikten sonra Halife 3. Mütevekkil ve üç mezhebin başkadılarını topladı. Halep'teki Ulu Cami'de kılınan Cuma Namazı'nda okunan hutbede Yavuz Sultan Selim, Hadimül Harameyn unvanını (Mekke ve Medine'ye hizmet eden) aldı. Bu sırada Kudüs başta olmak üzere Filistin'in önemli şehirleri, hâlâ Memluklu hakimiyetindeydi. Mısır yolunu emniyete almak için öncelikle buraların ele geçirilmesi gerekti. Yavuz Sultan Selim bunun için de Vezir-i Azam Sinan Paşa'yı görevlendirdi. Sinan Paşa kısa zamanda Safed, Nablus, Aclun, Gazze ve Kudüs'ü fethetti. Yavuz Sultan Selim, devlet erkanıyla Kudüs'e girdi. Şehrin ruhanileri, padişahı büyük bir sevinç ve hürmetle karşıladı.

12 BİN KANDİL YAKILDI

Yavuz, ruhanilere gerekli ilgiyi gösterdikten sonra, şehrin tam karşısında otağını kurdu. Önce Kubbetü's Sahra'da Rummân Davud (A.S.) ile Nahl-i Hamza'yı (R.A.) ziyaret etti ve Hacer-i Sahra'yı tavaf etti. Daha sonra Kubbe-i Sahra'nın altına inerek hacet namazı kıldı. Akşam namazının edası için Mescidi Aksa'ya geçen Yavuz Sultan Selim, burada kokulu mumlarla karşılandı. Kutsal mekan, 12 bin kandille aydınlatıldı. Sultan burada akşam ve yatsı namazlarını eda ettikten sonra otağına döndü. Ertesi sabah binlerce koyun ve deve kurban ettiren Yavuz, Mescid- i Aksa'da iki rekât hâcet namazı kıldıktan sonra şehri gezip Kudüs halkına ihsanlarda bulundu. Osmanlı'nın fethi, Kudüs halkını çok sevindirdi. Yavuz Sultan Selim'in vefatından sonra Kanuni Sultan Süleyman da Kudüs için birçok hizmette bulundu. Şehrin surlarını yeniledikten sonra Kudüs kalesinin restoresini yaptırdı, çok sayıda çeşme, Kubbetü's Sahra'nın yer döşemesi, Mescid-i Aksa'nın sur ve kapılarını yeniletti. Meryem validemizin kapısını açtırdı.
Silsile kubbesinin fayanslarını yeniletti. Bab-ı Zehebi kapısını kapattırdı. Eşi Hürrem Sultan adına tekke inşa ettirdi. Bu tekkeden çok sayıda fakirin yemek ve ihtiyaçları karşılanıyordu.

KANUNİ'DEN 40 MİLYON AKÇE

Kanuni Sultan Süleyman, ayrıca Kudüs'e 40 milyon akçe vakfederek, bayındır hale getirdi. Burada 18 çeşme yaptırdı. Ayrıca Kudüs Kalesi ve kalenin girişinde Kanuni Namazgahı, kale içine de Lala Mustafa Paşa Camii'ni yaptırdı. Caminin minaresi 19. yüzyıldan bu yana "Davut Kulesi" adıyla anılıyor. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in (S.A.V.) miraca yükseldiği kutsal kayayı çevreleyen kutsal yapı 7. yüzyılda Halife Abdulmelik tarafından yaptırıldı. Bugünkü görünümünü ise Kanuni döneminde aldı. Kanuni bu kutsal mabedin dış yüzünü mermer ve çinilerle bezedi. Mavi, yeşil ve sarıyla karışık bu çiniler binaya bugünkü özelliğini veriyor. Yapıya ayrı bir güzellik kazandıran ve Kanuni tarafından yaptırılan mermer kaplamalar göz dolduruyor. Binanın üst kısmını saran bir kitabe kuşağı, renkli sır tekniğiyle yapıldı. Kuşak Kanuni'nin ismini taşıyor.

KALE, MESCİD, KIŞLA...

Sultan Murat ise Kudüs El- Halil yolu üzerinde şehrin güvenliği için kale inşa ettirdi. Bu kalenin içine mescit ve kışla yaptırdı. Kudüs Şehri, Sultan Murad döneminde Sayda ve Akka eyaletine bağlı bir sancak bölgesiydi. Sultan Abdülmecid ise 20 bin altın harcayarak Mescidi Aksa'nın restoresini yaptırdı. Bu dönemde Kudüs'ün nüfusu arttı ve 1858'de insanlar Kudüs surları dışına yerleşmeye başladı. Sultan Abdülaziz döneminde 1867 tarihinde, Kudüs çok gelişmeye başladı. Birçok yol ve çarşı inşa edildi. Kudüs'ün yolları mermerlerle döşendi, bu döşemeler günümüze kadar özelliğini korumayı başardı. Sultan Abdülaziz, Mescid-i Aksa'nın süslemesi ve restoresine de 30 bin Osmanlı akçesi harcadı ve Umeri Camii'ni inşa ettirdi. 1892'de Kudüs- Yafa şehri arasında tren yolu inşa edildi. 1909 yılında El-Halil kapısının yanına büyük kale inşa edildi ve yanına çeşme yaptırıldı.

MESCİD-İ AKSA VE KUBBET-ÜS SAHRA

Bugün pek çok kimse tarafından Mescid-i Aksa zannedilen üstü altın kaplı, sekiz köşeli yapı aslında Kubbet-üs Sahra adlı yapıdır. Bir dönem Kubbet-üs Sahra'yı ele geçiren Haçlılar, burayı kiliseye çevirmişlerdir. Selahaddin Eyyubi, 2 Ekim 1187'de Kudüs'ü fethettikten sonra burayı kilise olmaktan çıkararak, cami olarak ziyarete açmıştır.

TOLGA TEKİN

55 YILDIR BİTMEYEN NÖBET

Yeni Asır Genel Yayın Yönetmeni Ercan Demir'in Kudüs izlenimlerini aktarırken paylaştığı Tarihçi İlhan Bardakçı'nın bir anısıyla devam edelim:

Kudüs Osmanlı kokar" dedik.
Ruhunda hiç vazgeçilmezlik de vardır karşılıklı olarak.
2004 yılında Frankfurt'ta hayatını kaybeden Tarihçi İlhan Bardakçı'nın (Yazar- TV Programcısı Murat Bardakçı'nın babası) Kudüs'te yaşadığı hatıra ilginç ve bir o kadar da ibret verici. Okurken etkilenmemek mümkün değil.
"Mevki Kudüs. Mekân Mescid ül Aksa, Tarih 21 Mayıs 1972 Cuma. Ben ve gazeteci arkadaşım rahmetli Said Terzioğlu, İsrail Dışişleri rehberlerinin yardımı ile bu mübarek makamı dolaşıyoruz.
Kudüs Kapalı Çarşısı'nda rüzgâr gibi dolanan entarili kahvecilerin ellerindeki askılara çarpmadan biraz yürüdünüz mü, önünüze çıkan kapı sizi Mescid ül Aksa'nın önüne kavuşturur. Mirac mucizesinin soluklanıldığı ilk Kıble'mize yani...
Hemen oracıkta, ilk avlu vardır ki, hâlâ bizim lâkabımızla anılır. "12 bin şamdanlı avlu" derler oraya. Yavuz Selim 30 Aralık 1517 Salı günü Kudüs'ü devlete katmıştır da, ortalık kararmıştır.
Yatsı namazını o avluda kılar. Kendisi ve bütün ordu beraber.
Şamdanları yakarlar. Tam 12 bin şamdan...
O isim oradan kalmadır. 8-10 basamaklı geniş merdiveni adımladınız mı, o mukaddes Mescid'in bağdaş kurduğu ikinci avluya ulaşırsınız.
Onu o merdivenin başında gördüm. İki metreye yakın bir boy...
İskeletleşmiş vücudu üzerinde bir garip giysi...
Palto?..
Hayır, kaput, pardösü veya kaftan?.. Değil.
Öyle bir şey işte.
Başındaki kalpak mı, takke mi, fes mi? Hiçbiri değil. Oraya dimdik, dikilmiş.
Yüzüne baktım da, ürktüm.
Hasadı yeni kaldırılmış kıraç toprak gibi. Yüzbinlerce çizgi, kırışık ve kavruk bir deri kalıntısı.
Yanımda İsrail Dışişleri Bakanlığı Daire Başkanı Yusuf var. Bizim eski vatandaşımız. İstanbullu.
"Kim bu adam?" dedim.
Lâkaydi ile omuz silkti.
"Bilmem" diye cevap verdi. "Bir meczup işte.
Ben bildim bileli, yıllardır burada dururmuş.
Çakılı gibi, hâlâ duruyor ya... Kimseye bir şey sormaz. Kimseye bakmaz, kimseyi görmez...
Kan mı çekti nedir? Nasıl, neden, niçin hâlâ bilmiyorum. Yanına vardım. Türkçe "Selâmünaleyküm baba" dedim.
Torbalanmış göz kapaklarının ardında sütrelenmiş gibi jiletle çizilmişçesine donuk gözlerini araladı. Yüzü gerildi. Bana, bizim o canım Anadolu Türkçemizle cevap verdi:
- Aleykümüsselâm oğul...
Donakaldım. Ellerine sarıldım, öptüm öptüm...
- Kimsin sen baba? dedim.
Anlattı ki, ben de size anlatacağım.
Ama evvelâ biliniz. O canım Devlet (Osmanlı) çökerken, biz Kudüs'ü 401 yıl 3 ay 6 günlük bir hakimiyetten sonra bırakırız. Günlerden 9 Aralık 1917 Pazar günüdür. Tutmaya imkân yok. Ordu bozulmuş, çekiliyor, Devlet, zevalin kapısında. İngiliz girinceye kadar geçen zaman içinde yağmalanmasın diye oraya bir artçı bölük bırakırız. Âdet odur ki kenti zapteden galip, asayiş görevi yapan yenik ordu askerlerine esir muamelesi yapmaz. Anlattı, dedim ya. Gerisini tamamlayayım.
- Ben, dedi, Kudüs'ü kaybettiğimiz gün buraya bırakılan artçı bölüğünden...
Sustu. Sonra, elindeki silahın namlusuna sürdüğü fişekleri ateşler gibi zımbaladı:
- Ben, o gün buraya bırakılmış 20. Kolordu, 36.
Tabur, 8. Bölük, 11. Ağır Makineli Tüfek Takım Komutanı Onbaşı Hasan'ım...
Yarabbi. Baktım, bir minare şerefesi gibi gergin omuzları üzerindeki başı, öpülesi sancak gibiydi...
Ellerine bir kere daha uzandım. Gürler gibi mırıldandı:
- Sana, bir emanetim var oğul. Nice yıldır saklarım.
Emaneti yerine teslim eden mi?
- Elbette, dedim, buyur hele...
Konuştu:
- Memlekete avdetinde (dönüşünde) yolun Tokat Sancağı'na düşerse... Git, burayı bana emanet eden kumandanım Kolağası (Önyüzbaşı) Musa Efendi'yi bul. Ellerinden benim için bus et (öp). Ona de ki...
Sonra, kumandanı olduğu takımın makinelisi gibi gürledi:
- O'na de ki, gönül komasın. Ona de ki, "11.
Makineli Takım Komutanı Iğdırlı Onbaşı Hasan, o günden bu yana, bıraktığın yerde nöbetinin başındadır. Tekmilim tamamdır kumandanım' dedi" dersin...
Sonra yine dineldi. Taş kesildi. Bir kez daha baktım. Kapalı gözleri ardından, dört bin yıllık Peygamber Ocağı ordumuzun serhat nöbetçisi gibiydi. Ufukları gözlüyordu. Nöbetinin başında idi. Tam 55 yıl kendisini unutuşumuzdaki nadanlığımıza rağmen devletine küsmemişti.
İşte Osmanlı'nın Kudüs aşkı Onbaşı Hasan'ın aşkı gibiydi. Sadâkat ve bağlılık. Hiç bitmeyecek bağlılık. O nöbet hiç bitmeyecek. Tıpkı Onbaşı Hasan'ın bitmeyen nöbeti gibi.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
GÜNÜN YAZARLARI
SON DAKİKA