Bazen ne yaparsanız yapın, karşınızdaki kişi sizi anlamak istemez. Çünkü işine gelmez. Sizin yetenekleriniz onun beceriksizliğini ortaya çıkarır. Karşımdaki genç kadının yakınmaları belki sıradan bir konuydu... Biliriz, bilirsiniz, tüm evlilikler iyi temenni ile başlar.
Düğün dernek falan kurulan bir yuva ve sonra ortaya çıkan akrabalar ordusu. Özellikle günümüzde fıkralara konu olmuş gelin kayınvalide hikayeleri...
Oldum olası hep merak etmişimdir bu tür sorunlar sadece bizim memleket insanlarının başına mı geliyor diye. Sonradan başka ülkelerin benzer hikayelerini dinledikçe, bu erkek annelerinin bir biyolojik arızaları var herhalde diyerek işi başka boyuta taşımaya karar verdim. (Laf aramızda, anlatacağım olayda, ben iki erkek annesi olduğum için kayınvalideden yana oyumu kullanırsam af ola)..
Karşımda dünyalar güzeli, çiçeği burnunda genç gelin, daha evliliğin ilk basamaklarında pes etmiş kayınvalidesinin kaprisleri karşısında, hüngür hüngür ağlamaklı bir şekilde çaresiz anlatıyor da anlatıyordu.
Efendim daha düğün gecesi başlayan olaylar zinciri. Takıdan tutun da giydiği gelinliğe kadar karışan ve sürekli oğlunu kollayan ve koruyan bir anne... Ahhh annesinin bu paşa erkek çocukları. Karşı cinsle bitmeyen hikayeleri...
Kadınların, erkeklerin fiziksel güçleri karşısında zayıf kalmamak için başlattıkları yüzyıl savaşlarının taaa bir ucuna dayanan erkek egemenliğinin günümüze kadar yansıyıp evlilik hikayeleri içinde yer alması ve kabağın da gelinlerin başına patlaması artık bana çok normal geliyor da, bunu yirmili yaşlarda gencecik bir geline nasıl anlatırsın mücadelesi içindeydim, yaşını başını almış, daha da eskilerin deyimiyle görmüş geçirmiş bir tecrübe sahibi olarak...
BAŞKASIYLA PAYLAŞAMIYOR
Biraz da kusuru biz kadınlarda arayalım modundan yola çıkarak iğneyi önce kendimize batıralım istedim, erkek anneleri olarak ne dersiniz? Doğurganlığı ve annelik duygusunu Allah kadına yakıştırdığından bu yana, kanımızla canımızla etimizle tırnağımızla sahiplendiğimiz çocuklarımızı paylaşma konusunda kıskanç olabiliyoruz. Öyle ya, yine çok eskilerin deyimiyle (Bu arada ben eski kuşak hayranıyım, hep söylerim, ne varsa onlarda var) doğurduğumuz, dokuduğumuz çocuklarımızı bir başkasıyla paylaşmak istemiyoruz.
Bir tarihte Sevgili Doğan Cüceloğlu'nun bir seminerine katılmıştım. Kadın dokuz ay canlı bir varlığı vücudunda taşımanın verdiği bir alışkanlıkla; beyni doğumdan sonra bile bebeğini organı gibi algıladığı için onu hep yakınında görmek istiyormuş.
Öyle mi, böyle mi tartışmalarına açık bir konu diyerek biz yine işin bildiğimiz annelik, kadınlık yönüyle cebelleşelim...
YÜZ YILLAR GEÇSE BİLE...
Bu tür vakalarda her iki tarafın sahiplenme duygusu bir anda patlak verebiliyormuş...
Biri 'benim oğlum' diğeri 'benim kocam' çekişmesi zor bir senkronla sıkıntı yaratıyormuş... Bazen her iki tarafın haklı çıktığı konular...
Bazen de tek taraflı zorlamalar. Bitmeyen haçlı seferleri misali savaşlar.
Geçmişte ben de gelindim.
Bu tür olayların yakınından geçtiğim için de; kadınca duygularla baş etmenin zorluğunu biliyorum.. Çekirdek sorun ne gelin, ne kayınvalide aslında... Sorun kadının erkeğini bir başka dişiyle paylaşamama olayı... Bu duygu her türlü ilişkide kendini göstereceği için, biz kadınlar önce kendi duygularımızı eğitmemiz gerektiğini öğrenmek için, koskoca bir hayatın yaşanmışlığından yola çıkarak, öğretilerle, duygularımızla baş etmenin zorluğunu düşündüm... Evet düşündüm ama anlatamadım. Denenmemiş bir hayatta sözler nasıl olsa askıda kalacaktı. Yaşamadan hiçbir hissedilmiyor ne yazık ki.
Vee GELİN KAYNANA HİKAYELERİ YÜZ YILLAR GEÇSE DE ASLA BİTMEYECEKTİR. HUZURLU HAFTALAR
Karşı karşıya bakar. Karşıdan sular akar. Olmaz olasın kaynana. Beni ateşte yakar.
(ANONİM)
