1960'ların başında başlayan IMF macerası, 20. stand-by görüşmelerinde "anlaşmanın sağlanamaması" nedeniyle şimdilik sona erdi. Yaklaşık 50 yıllık dönemde 19 stand-by düzenlemesi yapılmış IMF ile. Bu anlaşmaların sonucu toplam 46.7 milyar dolar tutarında kaynak kullanmışız. Gelen borç niteliğindeki paranın dağılımına göre ise 39.9 milyar doları ana para, 6.6 milyar doları ise faiz. Eğer yeni bir borçlanma yapılmaz ve geri ödemelerde aksama olmaz ise 2013 yılında borçlarımızı kapatacağız.
İMAJ KAYBI
Sonuç iyi midir yoksa kötü mü sorusundan önce tam anlamıyla arap saçına dönen IMF görüşmelerinden neden uzlaşma çıkmadı sorusunun yanıtını arayalım;
Aslında hükümet IMF ile anlaşma konusunda isteksizdi. Görüşmeleri deyim yerinde ise gönülsüz yürütüyordu. Biraz da piyasaların nabzını tutarak kriz döneminde iktisadi açıdan tansiyonun yükselmesini istemiyordu. Yani, o aşamada piyasa aktörlerinin paniklememesi için nominal çapanın devam ettiğini hissettirmek adına görüşmeleri sürdürmesi gerekiyordu.
Tabii, bu arada madalyonun diğer yüzünde 2007 seçimleri sonrası bozulan ve yanlış öngörülerle hazırlanmış ve çok ayağı yere basmayan 2009 bütçesi ile daha da ortaya çıkan kaynak ihtiyacı gerçeği bulunuyordu. Kaynak sorunun iki çözüm yolu var. Birincisi IMF'den gelmesi, ikincisi ise vergilere yüklenmek. Bu aşamada hükümet ikinci alternatifi ön plana çıkardı.
Geçen yılı krizin gölgesinde geçirdi ülkeler. Ağır yara alanlar soluğu IMF'nin kapısında aldılar. İrlanda ve Macaristan gibi... Krizin yarattığı "kaos ortalamında" IMF ile anlaşma bir yerde ülke ekonomileri açısından "prestij kaybı" anlamına geldi. Dolayısıyla, hükümet bu imajı vermemek adına oldukça isteksiz yürütüyordu görüşmeleri. Ancak kriz döneminde iyice küçülmüş yabancı sermaye pastasından pay almak ve dışsal şoklara karşı daha az duyarlı olmak için "IMF nominal çapasına" ihtiyaç vardı.
MALİ KURAL
IMF cephesinden konuyu değerlendirirsek, IMF yaptığı stand-by düzenlemelerine bağlı olarak anlaşma yaptığı ülkenin ekonomideki yol haritasını kendi istediğine göre belirliyor. Çünkü, aldığı kaynağın geri dönüşünde kaza yaşamak istemiyor. Son görüşmelerde hem ulusal hemde uluslararası konjonktüre uymayan "geleceğe yönelik projeksiyonlar" yapması iplerin kopmasına neden oldu.
Gönül rahatlığı ile iyi oldu diyebiliyor muyuz? Aslında sorunun yanıtı oldukça net; bugüne kadar ne hayrını gördük ki IMF'nin diyebiliriz. Bu işin kolay kısmı. Zor kısmını ise iki önemli soru oluşturuyor: Bir IMF'den gelecek kaynak hangi yolla sağlanacak? İki IMF'nin yerini hangi "nominal çapa" alacak?
Kaynağın nasıl geleceğini zaman içinde göreceğiz. Özellikle tüketim yaparken. Nominal çapa ise "mali kural" olacak.
Mali kuralın ne anlama geldiğine de kısaca değinelim: Ekonomi yönetimlerinin ileriye yönelik mali disiplin kapsamında alacakları kararların genel çerçevesini çizen düzenlemelere mali kural deniyor. Birçok ülkede uygulanıyor. Başta, ABD, İngiltere ve bazı AB ülkeleri uzun süredir başarıyla sürdürüyorlar mali kuralı. Sadece "borç stoku" konusunda mali kural konabiliyor. Ya da aynı zamanda gelir gider ve bütçe açığı gibi akım değişkenleri de kapsayabiliyor.
İlginç bir noktaya geldik. IMF ile anlaşıyoruz hamlesine defalarca olumlu tepki veren piyasalardan şimdilik olumsuz bir tepki gelmedi. Eğer mali kural tavizsiz ve net bir çerçeve içinde uygulanırsa IMF nominal çapasının yerini alabilir. Bağlayıcılığı olmadığı takdirde ki, önümüzdeki yıl seçimler var, güven kaybına neden olur. Özetle, zaman gösterecek iyi mi yaptık yoksa kötü mü...
