Bazı rüyalar vardır ki, uyandığında seni hâlâ sarsar. Bir söz kalır geriye; bir düşünce, zihninin köklerine kadar işler. Geçtiğimiz gece böyle bir rüya gördüm. Uyandığımda, zihnimde yankılanan cümle şuydu:
"Varlık cevaplar değil, sorulardır."
Bu söz, birdenbire düşüncelerimi ateşledi. Günlerdir zihnimde bu cümlenin etrafında dönüyorum. Sanki tüm varoluşu, geçmişi, geleceği, insan olmayı, anlamayı, bilimi, felsefeyi yeniden bu bakışla okumaya davet eden bir çağrıydı bu. İşte bu yazı, o çağrının peşinden gitmek için kaleme alındı. Belki bir cevap bulmak için değil, o sorunun kıyısında biraz daha dolanmak için...
Soru sormak, insan olmanın en eski eylemi. Belki mağara duvarlarına ilk figürleri çizen ellerin sahibi, "Neden?" diye sordu.Antik Yunan filozofları, evrenin özünü (arkhe) ararlarken bu sorunun izindeydiler. Thales'e göre bu suydu; Anaksimenes'e göre hava, Herakleitos'a göre ateş ve değişim. Hepsi, bir cevabın peşindeydi ama her cevap, yeni bir soruyu doğurdu.
ADETA BİR SANAT
Sokrates, cevap vermeyi değil, soru sormayı bir sanat haline getirdi. "Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir" diyerek bilginin bile bir cevaptan çok, bir soru hali olduğunu gösterdi.
Ve belki de bu yüzden, insanlık olarak sorularımızı hiç kaybetmedik.
Sadece cevaplarımız değişti.
Rüyamda bana gelen bir diğer düşünce şuydu:
"Sorun cevaplandığı anda, tüm olasılıklardan biri çöker ve diğerleri kaybolur." Bu neredeyse bir kuantum fiziği gerçeği. Kuantum dünyasında bir parçacık, gözlemlenene kadar süperpozisyon halindedir. Yani aynı anda birçok olasılık barındırır. Ama biz gözlemlediğimiz anda bu olasılıklardan biri gerçekleşir ve diğer tüm olasılıklar yok olur.
Belki varlık da böyledir. Olasılıklar denizidir; her soru bir ihtimaldir. Cevapladığımız anda, o sonsuz canlılıktan birini seçer, diğer tüm ihtimalleri öldürürüz. İşte cevap bu yüzden bir ölüm gibidir; bir kapanış, bir kristalleşme.
Sorular ise canlıdır. Henüz cevaplanmamış her soru, içinde olasılık taşır. Bir yolculuktur; bir devinim, bir akış... "Varlığın varlık sebebi, hareket halindeki sorular. Harekete geçmiş bir meraktır, hareket halindeki sonsuz iştah."
YANITLARDA HAYAT YOK
İşte bu yüzden merak, insanın en temel itkisidir. Bir çocuk, dünyayı sorularla keşfeder. "Bu ne? Neden? Nasıl?" diye sorar durmaksızın.
Ama büyüdükçe, sistem bize cevaplar öğretir. Sabit doğrular. Kesin yargılar.
Ve ne yazık ki, merakımızın ateşi yavaş yavaş söner. Oysa yaşam, bulmak için değil, aramak için yola çıkmaktır.
Bulduğumuzda ise, yeniden sormaya cesaret edebilmektir. "Bulduğun anda, tekrar arayışın başına dönmektir."
Hayat bir yolculuksa, bu yolculuğun tek gerçek amacı yolda olmaktır. Çünkü bir cevaba ulaştığımız an, bir son gelir. Bir tatmin, bir duraklama, hatta bir ölüm hali. Tıpkı dervişlerin arayış halindeki yolculukları gibi. Tıpkı bilim insanlarının "cevap" buldukça yeni sorular doğurması gibi. Bu yüzden arayan yaşayan insandır. Bulmuş olan ise durmuştur. Belki de varlık, hiçbir zaman sabit bir cevap değildir. Hep bir soru olarak kalır.
Bir sonraki sabah, yeni bir rüyayla uyanmak için...
"Yanıtlarda hayat yoktur. Tüm sorular canlı, yanıtlar ölüdür."